YGS-LYS, Konu Anlatımı

Hayvansal Dokular

HAYVANSAL DOKULAR:

Ektodermden meydana gelenler:
Epitel, bez, sinir, duyu organlarının duyu almaçları

Mezodermden meydana gelenler: Bağ, destek, kan, yağ, kıkırdak, kemik, kas doku; vücut içini örten epitel.

Endodermden meydana gelenler: Sindirim, solunum, organları, karaciğer, pankreas, tükürük bezleri, tiroit bezi

 Epitel Doku:

Vücudun iç ve dış yüzeyini örten hücrelerden ve salgı yapabilen bezlerden oluşur. Epitel doku hücreleri arasında çok az ara madde bulunur ve hemen hiç hücre arası boşluk yoktur. Böylece vücuda giren ve çıkan her şey bu epitel tabakasını geçmek zorundadır. Ayrıca bu dokuda kan damarı ve sinir bulunmaz. Epitel dokunun altında bazal lamina (membrana bazalis) denilen polisakkaritçe zengin, epitel hücrelerini besleyen, kılcal damarları içeren hücresiz bir yapı bulunur.

 

Dokunun bir yüzeyinin genellikle hava ya da bir sıvı ile, diğer yüzeyinin ise öteki hücre tabakalarıyla temas etmesi ve epitel dokunun maddelerin geçişlerinde önemli bir rol oynaması nedeniyle, alt ve üst tabakalarındaki hücrelerinin belirgin farklar göstermesi beklenen bir durumdur. Yeni aynı nedenle hücrelerinin zarları homojen değildir. Dış ortamla temas eden zarların dış kısımları ile hücrelerle temas eden kısmı farklı özelliktedir.

 Görevleri;

- Deri ve iç organları korumak,

- Bağırsaklarda besinlerin emilimi

- Hormon salgılayan bezler ve tükürük bezleri ile salgı yapmak

- Duyu organlarıyla duyuları almak olarak sayılabilir.

 1. Örtü Epiteli: Vücudun dış ve iç yüzeyini örter. Örtü epitelinin hücreleri bulundukları yere göre yassı, kübik, silindir, şeklinde olabilir.

 a. Tek katlı epitel doku

 Yassı epitel: Hücreleri zikzaklı yüzeyleriyle birbirlerine tutunmuş olup aralarında çok az miktarda ara madde bulunur. Bulunduğu yerler: Alveol epiteli, kan ve lenf damarlarının iç yüzeyini örten epitel (endotel) ve eklem kapsüllerinin iç yüzeyini örten (sinoviyal örtü) epiteli

 Kübik Epitel: Hücreleri bazal lamina üzerine tek sıra halinde dizilirler. Hücrelerin serbest yüzeyleri dokunun fonksiyonuna göre farklılaşır. Örneğin nefronlarda villuslar oluşmuştur. Döl yatağı hücrelerindeki gibi siler de bulunabilir. Bulunduğu yerler: Tiroit bezi, küçük safra kanalları, böbreğin proksimal kanalları, dış salgı yapan bez dokusunun küçük salgı kanalları

 Silindirik Epitel: Hücreler bazal lamina üzerinde dizilmişlerdir. Serbest yüzeyleri silli ya da silsiz olup, silli hücreler; yumurta kanalları, erkek genital boşaltım yolları ve safra kesesi yollarında bulunur. Basit silindirik olanlarında farklılaşma yoktur. Bu tip hücreler hem emilim hem de salgı yapma özelliğine sahiptirler. Bulunduğu yerler: Mide mukozası, ince bağırsak duvarı

 b. Çok katlı epitel doku

 Yassı Epitel: Genellikle omurgalı hayvanların derisini oluşturur. Özellikle üst yüzeydekiler yassı olduğu için bu adı alırlar. Üstteki hücreler çoğunlukla ölü olup keratinleşmiştir. Bazıları ise keratinsizdir. Hücrelerin beslenmesi ve atık maddeleri atmaları difüzyonla olur. Bulunduğu yerler: Deri, ağız, yutak, yemek borusu, gözün kornea tabakası

 Kübik Epitel: Salgı yapmakla görevlidirler. Bulunduğu yerler: Deride ter ve yağ salgısı yapılan boşlukların yüzeylerinde, ovaryum ve testisin iç yüzeylerinde bulunur.

 Silindirik Epitel: Bazal lamina üzerinde bulunun hücreler silindirik değildir. Sadece en üst tabakayı oluşturan hücreler silindiriktir. Bulunduğu yerler: Tükürük bezleri, boşaltım kanalları, idrar yolları ve anüs mukoza zarında bulunur.

 c. Değişken sıralı epitel doku

Bir sıra hücre dizisinden meydana geldikleri halde, hücre çekirdeklerinin farklı seviyelerde bulunmasından dolayı çok katlıymış gibi görünür. Gerçek çok katlı epitel dokuda yalnız en alt sıradaki hücreler bazal lamina ile temas halindeyken yalancı çok katlı epitelde tüm hücreler bazal lamina ile temas halindedir. Bu tabakayı oluşturan hücreler bulundukları organın fonksiyonuna göre şekil değiştirir. Örneğin idrar kesesi idrarla dolduğunda hücreler uzar ve yassılaşır. Organın içi boşaldığında ise eski halini alırlar. Bulunduğu yerler: Solunum yolları, larinks, trake, broşlar, idrar kesesi ve üreme kanalları.

 2. Salgı Bez Epiteli: Embriyonik yaşamda salgı epitel, örtü epitelinin çoğalarak altındaki bağ doku içerisine çökmesi ve farklılaşması ile oluşur. Bağ doku içerisinde uzayıp dallanan bu epitel çöküntünün esas başlangıç kısmı, boşaltım kanalını oluşturup örtü epiteline bağlı kalır (ekzokrin bez) ve ya örtü epiteli ile bağlantısını kaybeder (endokrin bez).

 Ekzokrin Bez: Hücrelerinde kutuplaşma görülür. Bu hücrelerin fonksiyon ve yapı bakımından bir serbest bir de bazal yüzeyleri bulunur. Bazal yüzeyleri ile kandan besin maddelerini alır, apikal yüzeyleri ile salgılarını boşaltırlar. Bu bezler kanallı bezlerdir. Salgılarını özel bir kanalla veya doğrudan vücut boşluğuna boşaltırlar. Salgılarında genellikle enzim, su, mineraller ve organik maddeler bulunur. Tükürük, ter, pankreas ve mide bezleri örnek olarak verilebilir.

 Endokrin Bez: Kanalsız bezler olup salgılarını doğrudan kana verirler. Bunların hücrelerinde de kutuplaşma görülür. Salgılarında genellikle hormonlar bulunur. Hipofiz bezi, tiroit bezi, eşey bezler, ve langerhans adacıkları örnek olarak verilebilir.

 Tek hücreli bezler: Salgı maddesi apikal yüzeyden doğrudan dışarıya atılır. Salgı maddesi apikal yüzey ile çekirdek arasında biriktirilir. Şişen hücre kadeh şeklini aldığından kadeh hücreleri olarak adlandırılırlar. Goblet hücreleri örnek olarak verilebilir. Goblet hücreleri, bağırsaklarda, solunum yollarında ve omurgasızlarda yaygın olarak bulunur.

 Çok hücreli bezler: Salgı yapan hücreler gruplar halinde toplanmışlardır. Şekillerine göre gruplandırılırlar.

 -       Boru şeklindeki (tübüler) bezler: Derideki ter bezleri, dildeki ebner bezleri, bağırsaklardaki liberkülin bezleri bu tiptir.

-       Alveoler (asinöz) bezler: Derideki yağ bezleri

-       Tubülo – alveoler bezler:  Pankreas, dil ve çene altı tükürük bezleri, süt ve prostat bezler 

 3. Duyu Epiteli: Dış ortamdan gelen fiziksel, kimyasal,mekanik ve optik uyarıları alan ve özel bir enerji şekline çeviren hücre gruplarıdır. Dış yüzeylerinde reseptör denen duyu çomakçıkları ya da tüyler bulunur. Bazıları aldıkları uyarıları uzantılarıyla sinir hücrelerine iletirler. (Koku reseptörleri). Bazıları ise uzantılardan yoksundur ve sinir hücreleri kendi uzantılarıyla bu hücrelere ulaşırlar. (tat reseptörleri). Bazen de sinir hücrelerinin miyelince fakir dendritleri epitel doku içerisine kadar uzayarak duyuları algılarlar. (Serbest sinir uçları)

 Bağ doku:

Embriyonun mezenşim hücrelerinden; bağ, destek, kas dokusu ile vücut sıvısının ve kanın serbest hücreleri meydana gelir. Mezenşim ağ şeklinde birbirine bağlanmış hücrelerden oluşmuş bir yapıdadır. Mezenşim hücreleri arasında bulunan en önemli mukopolisakkaritler hiyaluronik asit, kondriyitin sülfat ve heparindir. Bağ dokusu canlı hücrelerden ve canlı olmayan hücreler arası esas maddeden yapılmıştır. Görevleri;

 -       Mekanik desteklik sağlar

-       Kılcal damarlar ile kan arasında difüzyona elverişli bir ara ortam oluşturarak hücrelerin beslenme ve metabolizma olaylarını sağlar

-       Vücut savunmasında etkili rol oynar

-       Dokuların tamirini ve rejenerasyonunu sağlar.

-       Kan damarı ve sinirler bu doku içerisinde vücudun her tarafına yayılmasına imkan sağlar

Şeklinde sayılabilir.

 Bağ dokusunun hücreleri:

1.    Fibroblastlar: Bağ dokusunun esas hücreleridir. Bağ dokusu ipliklerini ve ara maddeyi sentezlerler. Bağ dokusunun yenilenmesini ve kollajen fibrillerin oluşumunu sağlar. Kemikleşme sırasında osteositlere dönüşür. Özel hallerde ve enfeksiyon durumunda fagositoz yapar.

2.    Makrofajlar: Fibroblastlardan sonra en çok bulunan düzensiz şekilli hücrelerdir. Vücuda giren yabancı cisimleri ve mikroorganizmaları fagosite etme yetenekleri vardır. Vücutta ölmüş hücreler de makrofajlar tarafından temizlenir. Normalde hareketsiz olmalarına karşın herhangi bir enfeksiyonda ameboid hareketlerde enfeksiyonun olduğu bölgeye giderek vücut savunmasına katılırlar. Lenf düğümleri, karaciğer, kemik iliği, böbrek ve akciğerlerde sık rastlanır.

3.    Pigment hücreleri: Sitoplazmalarında melanin pigmenti bulunur ve bağ dokusunun serbest hücreleridir. Gözün damar tabakasında, göz kapağında ve üreme organlarında bulunur.

4.    Mast hücreleri: Bu hücreler heparin salgılayarak kanın damar içerisinde pıhtılaşmasını önlerler. Histamin içerdiklerinden dolayı iltihaplaşmayı engellerler. (Histamin kılcal damarların geçirgenliğini arttırır.) Ayrıca mukopolisakkaritlerin yapımına da katılırlar.

5.    Plazma hücreleri: Antikor salgılayan bağ dokusu elemanlarıdır. Kemik iliğinde, lenfatik organlarda, gevşek bağ dokusunda, dalak, böbrek ve karaciğerde bulunurlar.

 

Hücreler arası esas madde:

1.    Kollajen fibriller (beyaz fibriller) : Yan yana gelerek demetler oluştururlar. Bu demetler yapışkan bir maddeyle birbirlerine tutunmuş halde bulunurlar. Çekilmelere karşı çok dayanıklı olup ancak %5 kadar uzayabilirler. Bulundukları organın görevine göre düzenlenirler. Örneğin bağırsaklarda ince ve dallıyken tendonlarda kalındırlar.

2.    Elastik fibriller (sarı fibriller) : Enine bantlaşma göstermeyen ince fibrillerden meydana gelmişlerdir. %100 – 140 oranında uzayabilirler. Esas maddelerini elastin adı verilen bir protein oluşturur. Örneğin alveollerin duvarlarında ince dallara ayrılarak bir ağ oluşturmuşlardır. Damar duvarlarında da bulunurlar.

3.    Retiküler fibriller: Genellikle retiküler bağ dokuda bulunurlar. Dokunun çeşitli yerlerinde ince ipliksi ağlar oluştururlar. Özellikle epitel ve bağ doku arasındaki bazal membranda olduğu gibi bağ doku ve diğer dokuların birbirleriyle birleştikleri kısımlarda bulunduklarından önemlidirler. Bağışıklık organlarında ve kan damarlarında bol bulunurlar.

 Bağ dokusu çeşitleri:

1.    Mukoz bağ dokusu: Hücreler arası esas madde yumuşak, mukoz, jelimsi kıvamda bir maddedir. Bu ara maddede fibriller de bulunur. Sabit hücreleri fibroblastlardır.

2.    Gevşek bağ dokusu: İnsanda geniş bir alana yayılırlar. Hücreler ve fibrillerden yapılmıştır. Genellikle organlarında stromalarında bulunur. Doku ve organlara desteklik sağlar. İçerdiği bol miktarda damarla organların beslenmesi ve korunmasında önemli bir rol oynar. Organlarda damar ve sinirler boyunca, bunların aralarını dolduracak şekilde yayılmışlardır. Karın boşluğu ve kalbi astarlayan zarları oluşturur. İç organları bulundukları yerde tutan ya da bunların çeşitli kısımlarını birbirine bağlayan ve mezenter olarak adlandırılan zarları oluşturur. Bu dokunun sabit hücreleri fibroblastlardır. Serbest olarak mas hücreleri, plazma, yağ ve gezici hücreler bulunur. Hücreler arası esas maddede doku sıvısı çoktur.

3.    Sıkı bağ dokusu: Genel karakteri liflerin hücrelere oranla daha sık bulunmasıdır. Ara madde azdır. Kollajen lifler sıkı demetler oluşturur ve fibroblastlar bulunur. Bulunduğu yerde basınç ve gerilmeye karşı dayanıklılık sağlar. Genellikle derinin corneum (dermis) tabakasında, beyin zarında, kasları kemiklere bağlayan tendonlarda, kemikleri eklem bölgelerinde birbirine bağlayan ligamentlerde böbrek ve dalağın kapsüllerinde, testis ve ovaryumun tunica bölgesinde bulunur.

4.    Elastik doku: Elastik fibriller bol bulunur. Gerilme ve tekrar eski haline dönme görülür. Hücre olarak fiboristler bulunur.

5.    Yağ doku: Yağ sentezi yapan hücrelere lipoblast denir. İlk önce hücrenin içinde küçük bir yağ damlacığı oluşur. Bu yağ damlacığı daha sonra oluşan yağ damlacıkları ile birleşerek daha büyük bir yağ damlacığına dönüşür. Sitoplazma bu yağ damlacığı etrafında ince bir tabaka olarak kalır. İnsanda 40 yaşına kadar yağ miktarı en yüksek ölçülere ulaşır ve daha sonra azalma görülür.

 Yağ dokunun görevleri:

-      Yedek besin olarak depo edilmesi

-      Organların ve vücut parçalarının birbirine karşı kayganlığının sağlanması

-      Birçok mekanik etkiyi tamponlaması

-      Özellikle suda yaşayan memelilerde ısının korunması

-      Derinin kurumasının önlenmesi

-      Kış uykusuna yatan hayvanlarda metabolik su oluşumunu sağlaması

 6.    Retiküler bağ doku: Diktiyosit denilene retikulum hücrelerinden oluşur. Lenf düğümlerinde, dalakta, karaciğerde, timusta, bağırsaktaki payer plaklarında, kuşların Bursa Fabricus’unda ve kemiklerdeki sarı kemik iliğinde bulunur. Dallanmış kolları olan gevşek yapılı hücrelerden oluşmuştur. Hücreler kısmen retiküler lifler ile çevrilmiştir. Retikulum hücreleri, fagositoz yapabilme, kan ve lenf içerisinde bulunan yabancı cisimleri, parazitleri yakalama, bazı metabolizma ürünlerini ve yağları depolama özelliğine sahiptir. Karaciğerde bulunan yıldız şeklindeki kupfer hücreleriyle birlikte retikuloendoteliyal sistemi oluştururlar. Bu sistem depo etmek, antikor çıkarmak ve fagositoz yapmak suretiyle vücudu yabancı maddelere karşı korur. Ayrıca yaşlanmış alyuvarların parçalanmasından da sorumludurlar. Toksik ya da mekanik etkilerle uyarılan histiyositler ve makrofajlar amipsi hareketlerle uyarının geldiği bölgeye giderek buradaki mikroorganizmaları ve yabancı maddeleri fagositoz ederler.

 Kıkırdak Doku:

Embriyonun mezoderm tabakasından meydana gelmiştir. Yalnız omurgalı hayvanlarda bulunur. Köpek balıkları ve vatozların tüm iskeleti kıkırdaktan yapılmıştır. Diğer omurgalılarda ise iskelet embriyonik dönemde kıkırdak olup zamanla minerallerin birikmesiyle kemikleşir. Yalnız eklemlerde ve kaburga uçlarında canlının hayatı boyunca kıkırdak olarak kalır. Vücudun esnek destek dokusunu oluşturur. Kıkırdak yapıdaki iskeletin kısımları birbirleriyle eklem yapabilirler ve üzerine çizgili kaslar bağlanabilir. Kan damarı içermediğinden oksijen tüketimi düşüktür.

 Kıkırdak doku hücreler ve hücreler arası esas maddeden oluşur. Hücreler arası esas madde; Kollajen fibriller, elastik fibriller ve dokuya sertlik veren kondrin maddesinden ibarettir. Kondrin, yumuşak albumin niteliğindeki kondromusin ile organik kondrin sülfürik asit (Kondroyitin sülfat) bileşiğinden oluşur. Kıkırdak doku hücrelerine kondrosit denir. Türe göre hücreler bir veya daha fazla nukleus içerirler. Kıkırdak hücreleri çok miktarda su içerirler. Kondrositler lakünlerde tek tek ya da gruplar halinde bulunurlar. Hücreler arasındaki temel madde aynı kalmasına karşın içerdikleri fibrillerin çeşidine, düzen ve miktarına göre farklı türleri bulunur.

 1.    Hiyalin kıkırdak: Hücreler arası esas madde homojen, şeffaf ve camsı bir görünümdedir. Kollajen fibriller bulunur. Basınca karşı dayanıklıdır. Doku hücreleri difüzyonla beslenir. Hücrelerinin oluşturduğu gruplara kondron denir. Kemikleşme ve dejenerasyon olayları bol miktarda görülür. Embriyo iskeletinde, yetişkinlerde kaburgaların omurgaya bağlandıkları yerlerde, eklemlerde, burunda, trakede, bronşlarda ve köpek balıklarının iskeletinde bulunur.

2.    Elastik kıkırdak: Rengi sarımtırak olup, bükülebilme özelliğine sahiptir. Elastik fibriller bolca bulunur ve dokudaki hücreler kondron oluşturmazlar. Ya tek tek dağılmışlardır ya da iki kıkırdak hücresi yan yana bulunur. Kollajen lifler hücrelerin etrafını kuşatır. Kemikleşme, kireçlenme ve dejeneratif olaylar görülmez. Kulakta, küçük bronşlarda ve epiglottisde bulunur.

3.    Fibröz kıkırdak: Kollajen lifler bolca bulunur. Hücreler ve kondronlar seyrek olarak görülürler. Grimsi ve fibrilli bir yapıdadırlar. Basınç ve çekmeye karşı çok dayanıklıdırlar. Omurlar arası disklerde, gözde ve köprücük kemiğinin oynar bölgelerinde bulunur.

 Kemik Doku:

Kemik hücreleri (osteosit) ve ara maddeden meydana gelmiştir. Ara madde osein adı verilen protein yapıda organik bir madde ile Ca, Mg gibi minerallerden oluşur. Mineral içeriğinden dolayı vücudun en sert dokusudur. Kemik dokunun dayanıklılığı ara maddenin kireç bileşikleriyle özel yapısından kaynaklanır. Sinir ve damarların girip çıktığı havers ve volkman kanallarına sahiptir. Kasların tutunma bölgelerini oluşturarak harekete yardımcı olmalarının yanında mineral deposudurlar. Ayrıca hayati organları koruma görevi de vardır.

 Kan dokusu:

Hücreler arası maddesi sıvı olan mezenşim kökenli bir dokudur. Hücreleri alyuvar, akyuvar ve plateletlerdir. Erkeklerde ortalama 5-6 kadınlarda 4-5 litre kan bulunur. Bunun % 45′i hücreler % 55′i plazmadır. Özgül ağırlığı 1,045 ile 1,065 arasında değişir. Aşırı su kaydında plazma oranı bir miktar azalabileceği gibi su içildiğinde belirli bir oranda artabilmektedir. Ancak özellikle hipotalamusun kontrolündeki homeostasi ortalama değeri koruma eğilimindedir. Kanın ortalama pH’ı 7,4′tür. Genellikle bu değer çok dar sınırlarda tutulur. (7,35-7,45) pH’ın 7′nin altına veya 7,8′in üzerine çıkması kişinin birkaç dakika içerisinde ölmesine yol açabilir.

 Kanın görevleri:

1.    Oksijen, karbondioksit, besin maddeleri, hormonlar ve metabolik atıkları taşır.

2.    Vücudun elektrolit bileşimini ve pH dengesini ayarlar.

3.    Pıhtılaşarak vücudun kan kaybetmesini önler

4.    Zehir ve patojenlere karşı koruyuculuk yapar

5.    Vücut ısısının sabit kalmasını sağlar

 Kanın bileşenleri

Plazma: Önemli bir kısmı sudur. Protein kısmının en önemli elemanı karaciğerde sentezlenen albumindir. Albuminlerin başlıca görevi kan hacmini ve basıncını ayarlayan su tutulmasını desteklemektir (Osmotik olarak). Eğer albumin seviyesi azalacak olursa su dokularda birikir ve ödem oluşur. (Protein eksikliğinde ödem oluşmasının nedeni…) Ayrıca hormonlar ve daha birçok maddeyi bağlayarak plazmada taşınmasını sağlar.

Albuminden başka yine karaciğerde sentezlenen bazı globüler proteinler kolesterolün taşınmasında görev alırlar. (HDL ve LDL) diğer bir grup globüler protein ise immunoglobülinler denilen antikorlardır. Bunlar savunma hücreleri tarafından sentezlenirler.

Karaciğerde sentezlenen fibrinojen kanın pıhtılaşmasında görevli bir diğer protein elemanıdır. Fibrinojen gibi pıhtılaşma proteinleri uzaklaştırıldığında geriye kalan sıvıya serum denir.

Plazmada elektrolit olarak iş gören birçok mineral bulunur. Tüm organik bileşiklerin monomerleri de plazmanın bileşenlerindendir. Ayrıca atıklar da kan plazmasında taşınmaktadır.

Plazmada bulunan bikarbonat (HCO3-) pH değişimine karşı önemli tampon çözeltidir.

 Hücreler:

Alyuvarlar (Eritrositler, kırmızı kan hücreleri – RBC): Kan hücrelerinin yaklaşık %99′u alyuvardır. 1 mm3 kanda ortalama 5 milyon alyuvar bulunur. (Erkeklerde kandaki alyuvar oranı kadınlardan biraz daha yüksektir) Embriyonik dönemde dalak, lenf ve karaciğerde üretilirler. Yine hamileliğin son aylarında kemik iliği de eritrosit üretmeye başlar. Ancak yetişkinlerde eritrositler özellikle kırmızı kemik iliğinde üretilirler. Olgun eritrositlerde çekirdek ve organel bulunmaz. Bu nedenle ömürleri de kısadır.(Ortalama 120 gün). Mitokondrileri olmadığından enerji ihtiyaçlarını oksijensiz solunumla karşılarlar. Zarlarında bulunan hemoglobinleri ile oksijen taşırlar. Hemoglobin demir içeren globüler bir proteindir. (Demir kanın kırmızı renginin sorumlusudur).

Eritrositlerin yapımı yaklaşık %90′ı böbrek %10′u karaciğerde sentezlenen eritropoetin hormonunun kontrolü altındadır. Bu hormon oksijen eksikliğine bağlı olarak eritrosit yapımını arttırır, oksijenlenme yüksek olduğunda ise azaltılır.

 Akyuvarlar (Lökositler, Beyaz kan hücreleri, WBC): savunma hücreleridir. Eritrositlerle kıyaslandıklarında daha komplekstirler. Protein sentezleyebilir, anabolik ve katabolik reaksiyonların gerçekleştirebilirler. Normal yetişkin kanının 1 mm3 ‘ünde 4-11 bin arasında akyuvar bulunur. Bu sayı yeni doğanda ve çocuklarda oldukça yüksektir. Ayrıca enfeksiyon sırasında akyuvar sayısı 25 bine kadar yükselebilmektedir. Bazıları alyuvarlar gibi kemik iliğinde bazıları da lenf düğümleri, dalak ve bademcik gibi organlarda üretilir. Granulositler ve agranulositler olmak üzere iki büyük grupta incelenirler.

 Granulositler: Sitoplazmalarında granüller bulunan çekirdekleri loblu akyuvarlardır. Lökositlerin büyük çoğunluğu bu guruptandır. Boyanma özellikleri farklı olan üç tipi vardır.

1.    Nötrofil: Lökositlerin yaklaşık %50-70′i bu tiptir. Mikroorganizmaları veya yabancı maddeleri fagositozla yok ederler. Sitoplazmalarındaki granüller mikroorganizmaları sindiren enzimlere sahip olan enzim paketleridir. Enfeksiyon bölgesinden salgılanan kimyasallar nötrofil, monosit ve makrofaj gibi lökositleri kendilerine çekerler.

2.    Eozinofil (asidofil): Asidik boyalarla boyandıklarından bu adı almışlardır. Nötofiller gibi ameboid hareketlerle fagositoz yaparlar. Lökositler içerisindeki oranı %2-4 arasındadır. Bazı parazitik ve alerjik reaksiyonlarda sayıları artar.

3.    Bazofil: lökositler arasında miktar olarak en az olan tiptir. Bağ dokusunun mast hücrelerine benzerler. Özellikle histamin ve heparin salgılarlar. Heyecanlı bir durumda insan yüzünün kızarması bazofillerin salgıladıkları histaminlerin genişlettiği damarlarda kan akışının artmasıyla ortaya çıkar. Ayrıca parazitlere karşı savunma görevleri de vardır.

Agranulositler: sitoplazmalarında sadece birkaç lizozom granülü vardır.

1.    Monosit: En büyük kan hücresidir. Lökositler arasındaki oranı %2-8 kadardır. Kemik iliğinde üretildikten sonra kan dolaşımında kısa bir süre kalıp dokulara geçere doku makrofajlarını oluştururlar. Makrofajlar büyük yapıları sindirebilme özelliğine sahiptirler. Şayet cisim bir makrofaj için büyükse birkaç makrofaj bir araya gelerek fagositik dev hücreyi oluştururlar.

2.    Lenfosit: Lökositlerin yaklaşık %20-30′unu oluştururlar. Çoğu vücut dokularında özellikle lenf düğümlerinde, dalak, timus, bademcikler, adenoidler (geniz eti gibi) ve sindirim sisteminin lenfoid dokularında bulunurlar. Bazıları kan ve dokular arasında dolaşarak yıllarca yaşayabilir (Hafıza hücreleri gibi). Diğer lökositlerden en önemli farkları fagositoz yapamamalarıdır. T ve B hücreleri olmak üzere iki tipi vardır. B lenfositler kemik iliğinde oluşurlar ve lenfoid dokularda toplanırlar. T lenfositler ise timusta aktifleşirler. B hücreleri gerektiğinde plazma hücrelerine dönüşerek antikor (antibadi) üretirler.

 Kan pulcukları (Plateletler, Trombositler): kan pıhtılaşmasında görevlidirler. Memeli olmayan omurgalılarda çekirdeği olan hücreler olmalarına rağmen memelilerde hücreden çok hücre parçası olduklarından platelet terimi daha uygundur. 1 mm3 kanda ortalama 350 bin kadar bulunur. Nükleusları olmamasına rağmen metabolizmaları vardır. Ömürleri yaklaşık 5-12 gün kadardır. Kemik iliğinde üretilirler. Trombositler birbirlerine ve kollajen fibrillere bağlanarak pıhtı oluşumunda rol oynarlar. Trombositlerin salgıladığı serotonin granülleri kesilmiş veya yaralanmış damarları daraltarak kanamayı azaltır. Eğer kesilme veya hasar küçükse genellikle bu tepki kanamayı durdurmak için yeterlidir. Damar büyükse trombosit tıkacı yetersiz kalır ve kan pıhtılaşma mekanizması devreye girer.

 KAS TİPLERİ

1.İskelet Kası:  Kol ve bacakların,  gövdenin, yüzün, çenelerin,  göz kürelerinin vb. hareketlerini sağlar. Omurgalı vücudunda en fazla bulunan kastır. Et dediğimiz şey çoğunlukla iskelet kasıdır.

Herbir iskelet kası hücresi(Kas teli) kabaca silindirik olup birçok çekirdek içerir ve içinde çizgi olarak adlandırılan açık ve koyu bantlar uzanır. Teller bağ doku ile sarmalanıp demetler oluştururlar. Bunlar da yine bağ doku ile çevrilip kasları meydana getirirler. Dolayısıyla bir kas çok sayıda telin bir araya gelmesiyle oluşan bir yapıdır. Somatik sinir sistemiyle çalıştırılır. İki tiptir:

     Kırmızı Kas(Yavaş Kas):  Bol kan alır.  Çok sayıda mitokondri vardır ve bol miktarda miyoglobin taşır. Kırmızı kasın temel enerji kaynağı yağ asitleri oksidasyonudur. Yavaş kasılır ve belirli bir yorgunluk göstermeden uzun süre aktivite gösterebilir.

    Beyaz Kas(Hızlı Kas): Sınırlı kan alır. Az miktarda mitokondri ve miyoglobin vardır. Enerji kaynağı olarak genellikle glikojenin oksijensiz yıkımına bağlıdır. Çok hızlı kasılmalar için özelleşmiştir. Ancak çabuk yorulur.

Tavuklarda bacağın kırmızı eti ve beyaz göğüs eti. Ancak bunun aksine uzun mesafe uçan kuşların göğüs ve kanat kasları beyazdan çok kırmızı kastan oluşur. Tavşan gibi nispeten hareketsiz hayvanların bacak kaslarında beyaz teller hakimdir.

2. Düz Kas:  İç organ kasıdır.  Sindirim kanalı,  idrar kesesi, çeşitli kanallar ve diğer iç organ duvarlarındaki kas tabakalarını oluşturur. Aynı zamanda atar-toplar damar duvarlarında da bulunur. Düz kas hücreleri genelde ince uzun ve genellikle uçları sivri haldedir. Her birinde bir çekirdek vardır. Teller çizgili değildir. Demetler yerine kas katmanları oluştururlar. Otonom sinir sistemi tarafından donatılırlar. Bazı vücut kısımlarında düz kas hücreleri iletişim halindedirler. Bu sayede tüm düz kas tek bir birim halinde kasılır.(Elektriksel bağlantılar-uterus,bağırsak örnektir)

 İskelet kası hücrelerisadece bir sinir teli tarafından donatılır ve sinir impulsu tarafından uyarılınca kasılıp kendilerine impuls gelmediği zaman gevşerler. Bunun aksine düz kas hücreleri genellikle ikin sinir teli alırlar.(simpatik-parasimpatik). Sinir bağlantıları olmazsa iskelet kası normal işlev görmez ve siniri kesildiği zaman dejenere olur. Düz kas ise (kalp kası da) genellikle bir uyarı almaksızın kasılır (örneğin bağırsağın peristaltik hareketleri)

İskelet kasının kasılması daha hızlıdır fakat düz kas daha uzun süre kasılı kalır. İskelet kası elektrikse uyarıma düz kastan daha duyarlıdır. İskelet kasının dinlenme durumundayken belirli bir uzunluğu vardır, düz kasın ise yoktur. Buna karşın düz kas gerilmeye yanıt olarak daha kolay kasılır. Düz kas yavaş fakat enerji bakımından verimlidir. Aynı güçteki bir kasılma için iskelet kasının harcadığı ATP’nin %10unu kullanır.

3. Kalp Kası: Telleri iskelet kası gibi çizgilidir. Düz kas gibi otonomdur ve aktivitesi düz kasa daha çok benzer. İki kalp kası teli birbiriyle çok sıkı ve karmaşık ilişki içerisindedir. Desmozomlar ve diğer bağlantılar bulunur. Bu bağlantı noktaları interkalar diskler olarak adlandırılır.

Böceklerin tüm kasları çizgilidir. Bazı omurgasızlarda ise sadece düz kas vardır. Kaslarda çok az miktarda ATP depolanır. Keratin fosfat ve arjinin-P da bulunur.

Aktinler I, miyozinler A bandını oluşturur. İki A arasında H bölgesi bulunur. Kasın kasılma birimi sarkomer olup iki Z çizgisi arasındaki bölümdür.

Sinir Doku:

Nöron ve yardımcı hücrelerden oluşan dokudur. Nöronların yapısında dendrit ve aksonlar bulunur. Dendron yunanca ağaç demektir. Bu nedenle nöron gövdesinden çıkan dallanmış yapıya dendrit denmiştir. Genellikle tek ve uzun olan nöron bölümüne akson denir. Aksonun özeleşmiş uçlarına ise sinaptik uçlar denir. Nöronlar sinaptik uçlarından nörotransmitter salgılayarak sinyali bir hücreden diğerine iletir. Sinyali ileten hücre presinaptik, alan hücre ise postsinaptik hücre olarak adlandırılır. Başlıca nörotransmitterler; asetilkolin, epinefrin, norepinefrin, GABA (gama amino butirik asit), serotonin, dopamin, glisin, glutamik asit ve aspartik asittir.

Gangliyon, genellikle benzer işlev gören ve çevresel sinir sistemi içinde yerleşmiş sinir hücresi gövdesi topluluğudur.

Elektriksel ya da kimyasal bir uyarıya karşı verilen her cevap dört aşama içeriri.

1. Uyarının fark edilmesi 2. Sinyalin iletilmesi 3. Sinyalin işlenmesi 4. Cevap

Tipik bir sinir hücresinde, içinde çekirdeğin bulunduğu genişlemiş bir hücre gövdesi ve bir ya da daha fazla sayıda uzantı ya da sinir lifi bulunur. Genellikle bilgiyi alan lifler dendritler, bilgiyi diğer hücrelere ileten lifler ise aksonlardır. Aksonların sonundaki özelleşmiş son uçlar sinyalleri hedef hücrelerin dendritlerine aktarır.

Omurgalılarda dendritler genellikle hücre gövdesine bağlanırken omurgasızlarda akson genellikle doğrudan dendritlere bağlıdır. Böylece hücre gövdesi bilgi akış yolunun dışında bırakılır.

Dendritler genelde kısadır ve çok sayıda bulunur. Bunlar belki de binlerce başka hücrede sinyal alır. Birçok dendrit çok sayıda dallanma yapar ve saçaklı bir görünüşe sahiptir. E.R ve çok sayıda ribozomdan oluşan bölgelere sahiptir (Nissl cisimciği).

Dendritlerin aksine her nöronda genellikle bir akson bulunur. Bu akson da çoğu zaman dendritlerden daha uzun ve daha kalındır. Çok sayıda dallanma göstermesine karşın ağsı bir görüntüsü yoktur. Nissl cisimcikleri içermez. Dendritler bazen diğer dendritlerle sinaps yaparken aksonlar da özellikle başlangıç  noktasında ve son uçlarında sinaps yapmaktadırlar.

Omurgalıların merkezi sinir sisteminde (MSS) nöronlar nöroglia (glia) adı verilen çok sayıda hücreyle sıkı bir bağlantı içerisindedirler. Beyinde glia hücreleri nöronlardan 10 kat fazla bulunurlar ve beyin hacminin yaklaşık yarısını toplarlar.

Bazı glia hücreleri nöronlara besin maddesi sağlar ve nöronların salgıladığı maddleri absorbe ederek dış ortamı homojenize eder. Absorbe edilen bu maddelerin çoğu dış nöronlara geri verilir.

MSS’nin baqzı bölgelerinde glia hücreleri gelişme sırasında nöronların göç ettiği ve aksonların hedeflerine ulaşmak üzere uzadıkları yolları oluşturur.

Astrosit adı verilen bazı glia hücreleri birbirleriyle kimyasal olarak haberleşebilir. Bu haberleşme nöronlara kıyasla daha yavaş gerçekleşirken aralarındaki mesafe daha fazla olabilmektedir. Astrositler beyindeki kılcal damarların duvarını oluşturan hücreler arasındaki bağlantı bölgelerini uyararak kan beyin bariyerinin oluşmasını sağlar. Kan beyin bariyeri birçok maddenin beyne geçişini sınırlayarak merkezi sinir sisteminin korunmasına yardımcı olur.

Omurgalılarda bulunan bir tip glia (Schwan hücreleri) birçok nöronun aksonunun etrafını yoğun lipid içeren bir kılıfla sarmalar (miyelin kılıf). Miyelin kılıfın yaptığı izolasyon komşu aksonlar arasında “çapraz konuşmayı” önler. Miyelin kılıflar ayrıca nöron zarının “şarj edilmesi gereken” alanını küçülterek iletim hızını yükseltir. Miyelin kılıf bir schwan hücresinin sona erip diğerinin başladığı Ranvier boğum denilen düzenli aralıklarla kesintiye uğrar.

Yapılarına göre nöronlar:

1. Aksonsuz nöronlar: Beyin ve özelleşmiş duyu organlarında bulunur

2.Bipolar nöronlar: Görme, koklama, ve işitme gibi duyu organlarında bulunur.

3. Unipolar nöronlar: Çevresel sinir sisteminin duyu nöronlarının çoğu bu tiptir

4. Multipolar nöronlar: MSS’nin büyük bir kısmı ve  motor nöronların tamamı bu tiptir.

 Fonksiyonlarına göre nöronlar:

1. Duyu nöronları: Afferent nöronlar da denir. Duyuların alınmasını sağlar.

2. Motor nöronlar: Efferent nöronlardır. Hedef hücreyi uyaran sinirlerdir. Hedef hücre genellikle bir kas ya da bezdir.

3. Ara nöronlar (internöronlar): Assosiyasyon nöronları. Duyu